Öne Çıkanlar Ezidiler ALSANCAK mRNA Savaş Chabad

DEVLET AKLI!

Yazan Mustafa DÖNMEZ

Ülkemizde sıkça kullanılan bu söz ilginç bir kavramdır. Nasıl bir devlet aklımız varsa?

Dünya insanlığının başına bela olmuş İsrail ile aramızdaki tampon bir ülke olan Suriye devletini kim? Hangi akılla, yıkar? En sıkıştıkları dönemde komşularına sırt çevirir. Bir tekmede o atar.

Biliniyordu ancak ABD devlet başkanı ağzından itiraf edilen, El Kaide örgütünün ABD’nin eski başkanlarının kurduğu kanlı bir örgüt olduğu gerçeğini bu devlet aklı göremedi. Onların türevlerine yardım ederek İsrail’in önünü açtı.

Bugün bu katliamlara gerçek anlamda dur diyen iki ülke oldu Yemen ve Güney Afrika. Biri savaş meydanında hodri meydan dedi koşulsuz İsrail’in karşısına dikildi. Diğeri hukuk alanında mahkûm ettirdi.

Türkiye ABD’nin peşinde, izinden ayrılmıyor. ABD ise İsrail’in. Kardeş Azerbaycan durumu ise daha trajik; İsrail ve Türkiye arasında arabulucu rolüne soyundu. Amerika Başkanı, Türkler ve Kürtler yüzyıllardır savaşıyor yalanını söylüyor. Ermeni katliamı oldu diyor. Yasalaştırıyor. Türkiye ABD’nin izinde.

ABD şimdi sınırımızda ikinci bir İsrail devleti kurulma zamanı geldi diyor. Türkiye sessiz. Barış sever rolünde. Sevr’e razı olmuş görüntüsünde. Kimlerle barış? Kürdün ve Türkün başına bela olmuş bir kanlı örgütle.

Yakın geçmişte de yaşadık biz bu devlet aklını. Osmanlı, Almanların yanında Ruslara karşı savaşmak için Galiçya'ya asker göndermiş, hemen sonra Osmanlı'nın Kafkas İslam Ordusu Ruslarla savaşırken Almanlar Rusların yanında yer almıştı. Üstelik ordularımızı emrine verdiğimiz Almanya, Osmanlı Genelkurmayının arşivlerini aşırmayı marifet bilmişti. (Kozmik odamıza girenlerin ABD’liler olduğunu göremediğimiz gibi)

Bizdeki, Devlet aklı, ‘aklımla dalga geçme’ mizahına döndü.

Günün birinde Hoca'nın da içinde bulunduğu topluluktan birisi; “Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?” deyince; Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden; “Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.” der. Fakat Hoca, arkadaşlarının "kulaktır" cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar: “Aa!. . Bunu bilemeyecek ne var? Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı kendi kulağı duymalıdır.”

BİZ NATO’NUN İKİNCİ BÜYÜK ORDUSUYUZ!

Bizi yönetenler veya Halil İbrahim sofrasından beslenen beleşçiler bu sözü dillerine pelesenk yapmışlardır. Bu NATO nasıl bir şey ise kendine hayrı yoktur. Savaş kabiliyetini yitirmiştir. Nasıl mı?

Ukrayna, Ruslara dayılanırken NATO’ya girmekten bahsediyordu. NATO ülkeleri (biz dahil) Ukrayna’ya en gelişmiş silah ve teknoloji ürünleri verdik. Ukrayna hiçbir cephede direnemiyor. Rusya Ukrayna içinde kendi insanlarını da düşünerek tüm gücüyle Ukrayna’ya yüklenmiyor. Ukrayna NATO ülkelerinin tam desteğine rağmen tam anlamıyla bitti. Rusya Ukrayna cephesi ile hantal ordusunu modernleştirdi. Dev bir savaş üretim kapasitesine erişti. Ukrayna ile adeta antrenman yapıyor. Üstelik ordusunun yüzde 65’i Çin sınırında konuşlanmasını bozmadan. ABD’nin iş adamı başkanı yine açık konuştu. "Bir savaşı başlattığınızda o savaşı kazanabileceğinizi bilmeniz gerekir. Sizden 20 kat büyük bir ülkeyle savaş başlatıp sonra da insanların size füze vermesini bekleyemezsiniz." Dedi ve bu savaşı kendinden önceki başkan ile şimdiki Ukrayna devlet başkanının başlattığını kendisinin ise bunu önlemeye çalıştığını ekledi.

ABD ordusu ile çalışanlar şunu çok iyi bilir. ABD askerleri savaşamıyor. Girdikleri her cephede büyük yıkım yapsalar da asker ve subayları milli değil. İthal. Savaş meydanından kaçıyorlar. Uyuşturucu ve kaçakçılık ordunun başında büyük bela. Adını, ‘profesyonel’ koysalar da Ordularının bugüne kadar kazandığı bir savaş yok. Masa başı savaş oyunlarında, ülkelerin yıkılması ve karıştırılmasında devasa bütçeli istihbaratları kuvvetli.

Hemen her gün Ukrayna- Rusya savaşı konusunda (Rusya buna savaş demiyor) yazılan makalelere bakılırsa bir düşünce öne çıkıyor. (ben de aynısını düşünüyorum) Rusya karşısına çıkacak bir NATO kuvveti yoktur. Almanya durumu anladı ve bir yıl içinde savaş bütçesini 20 kat artırdı. 110 milyar Euro kaynak ayırdı.

Türkiye nerede? Hazırlıkları ne safhada? Ordusuna Ergenekon ve türevi davalarla kumpas kurulmasına çanak açmış, askeri okul ve hastanelerine kilit vurmuş, mecburi askerliği profesyonellik adıyla paraya dökmüş bir yönetimle ne yapılabilir?

Günlerden bir gün Nasreddin Hoca, alışveriş yapmak için şehre gidecektir. Ahırdan eşeğini çıkarır, evin önüne getirir. Şehirden siparişi olan komşular Hoca’nın başına toplanırlar. Hoca, eşeğine binmeye çalışır, fakat her çaba boşunadır. Bir kez daha denemek ister "Ha gayret” deyip bir daha eşeğin üstüne sıçrar ama bu kez de eşeğin üzerinden öbür tarafına düşüverir. Komşuları Hoca’nın gayretlerinin bu şekilde bitmesine bir taraftan üzülürler, bir taraftan da ellerinde olmadan gülmeye başlarlar. Bu durum karşısında canı iyice sıkılan Hoca komşularına dönerek; “Yahu komşular, benim delikanlılığımı görmediniz. Ben, bir sıçrayışta değil eşeğe binmek damın üzerine bile atlardım.” der. Hoca, böyle der demesine de bir yandan da kendi kendine; “Hey gidi Hoca, ben senin delikanlılığını da bilirim.” deyiverir. Neyse ki Hoca kendine yalan söylemiyor.

Devlet aklına sahip olanlara, John Arquilla’nın, gelecek kuşak savaşların hakkında “Bitskrieg: The New Challenge of Cyberwarfare” isimli kitabını okumalarını tavsiye ederim. Hiç değilse savaş kuramlarının değişiklikleri hakkında düşünürler…

OYUNUN RENGİ

Tecrübe deyince muhakkak acı, yanlış ve pişmanlık girer işin içine. İnsanı geliştirdiği için güzel şeydir tecrübe ama çoğu insanın ve çoğu toplumun çoğu tecrübesi acılarla örülmüştür. Yirminci yüzyılın fazla adı geçmeyen diktatörlerinden Salazar'ın "mutlu ulusların tarihi yoktur," derken kastettiği budur. Şimdilerde, acıdan bahsedilir edilmez, arabesk nitelemesi yapıştırılır, oysa Tango da acıdan bahseder, Billie Holliday de. İnternet hesapları ve reklamların yansıttığı mutlu kişi-aile tablolarının normallik olduğu yanılsamasına kapılmamışsanız acıdan konuşmanın utanılacak bir yanı yoktur. Tarihli toplumlar ütopyadan çok distopyaya meyleder. "Öncesiz sonrasız şimdiyi tam tamına benimsemiş olsaydık," Cioran'a göre, "tarih vuku bulmazdı ya da her halükârda ağır yük veya azapla eşanlamlı olmazdı"

On yedinci yüzyılın büyük düşünürü ve tarihçisi Kâtip Çelebi, herkesin tabiatında kendi tekliğini (bireyliğini) ve bağımsızlığını yaşamaya eğilim olduğunu yazar, ama aynı zamanda başkalarının üstüne çıkmaya, reis olmaya da meylettiklerini söyler. Ve ekler: Bu "tek ve bağımsız olma" halini tatmanın derecesi, "cemiyette mevcut olan sınıfların makam ve rütbelerine göre olur", yani toplumsal hiyerarşi, sınıflı ve zümreli yapı, eşit bir şekilde yaşanmasına izin vermez.

Gelibolu’lu Mustafa Ali'nin "HüHisatü'l-Ahval der-Letaif-i Mevaiz-i Sahih-i Hal"nde, Sultandan başlayarak toplumsal hiyerarşide aşağı doğru her sınıftan insanın, elbette vezirlerin de. Bu dünyada payına düşen kendine has dertleri anlatılır. Herkesin yaptıkları fenalıklara bir mazereti vardır. Nejat Yavaşoğluları’nın ‘Oh ne ala mualla’ şarkı sözleri gibidir olanlar.

Oysa içinde bulunduğumuz coğrafya; kendilerini aşan yapılarda kâh uyuşarak kâh didişerek iç içe yaşayan insanların gelgitli hikayesini resmeder. Tarih, yok olanla değil bir zamanlar var olanla ilgilidir. Nitekim, Karacaoğlan da "kim var imiş" diye sorar, onların kanlı canlı insanlar olduklarını hatırlatacak şekilde, şimdi yok olduklarını değil bir zamanlar var olduklarını ifade ederek. Yunus gibi ölüm gerçeği ve ahiret üzerine düşünmek isteyenler felsefeye yönelse gerektir, Karacaoğlan gibi hayat ve dünya üzerine düşünmek isteyen ise tarihe. Edip Cansever'in "ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır, asıl bu kalır"ı da bir tarafa bırakmamak gerekir.

Dönüp seyrettiğimiz zamanlar için bir yokluk söz konusu ise, o bizim yokluğumuzdur. Haksızlıklarla başımıza gelen, geçen olayların sebebini anlama çabasıyla telafi etmeye çalıştığımız yokluğumuz. "Onlardan sonrası" olduğumuzun ve bir de "bizden sonrası" olacağının bilinciyle, yani bugüne ait ve geleceğe dönük bir perspektifle anlamağa çalıştığımız birileridir mazinin insanları.

Tam bağımsızlık, halkın adalete susamışlığının giderilmesi, halkın, devletin üzerinde tutacak, onun refahı için çalışan kadrolar bugün şiddetle özleniyorsa bugünün yöneticileri sayesindedir. Hakkını vermek gerekir. Bir gün onlarda gidecekler ve onlar, evine, yüreğine ateş düşenler tarafından şiddetle anılacaktır.

KURUCU ATAMIZI ANLAMAK

Bazı kişiler durduk yerde Sırçalı köşklerinden vicdanlarının sesini tam olarak kontrol edemezler. Bazı istemsiz sözler dökülür ağızlarından. Konu açılmaya çalışılırsa ‘ben onu kastetmedim’ der kıvırırlar. Örneğin, ‘Gerçekler ortaya dökülürse, bugün kahraman olanlar hain, hain olarak nitelendirenler kahraman olacaktır’ sözünün faş edilmesi üzerinde düşünülmesi gerekiyor.

Tebaa olmaktan vatandaş olmaya geçişin zor ve sancılıdır. Sorun, ‘gömlek değiştirdim’ ile olmuyor. Kişilerin otorite önünde benlik algılarında büyük dönüşümler yaşandığına inanmak, inkâr etmek, kolaycılığa, düpedüz nostaljiye kapılmak olur. En azından şunu söyleyebiliriz: Aile, klan, cemaat, ümmet içinde erime halinden birey olma haline geçiş, diye özetlenebilecek çizgisel bir hikâye yoktur. Değişik zamanlarda ve bağlamlarda, kişilerin benlik algısının ve bireyliklerini yaşama biçimlerinin değişmesidir söz konusu olan. (Değişim başlıklı makalemde düşüncemi belirtmiştim)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.