Öne Çıkanlar DSÖ Hurşit Tolon Kanser Enosis Deborah Cohen

“YENİDEN DİRİLEN” / İki Şehirin Hikayesin’den

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akılçağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiç birşeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana –sözün kısası, şimdiki ne öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece "daha" sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

Her paradigm geçişinde yaşadığımız, yaşarken de hatırlanası, dönemin başarılı sosyal reformcu yazarı Charles Dickens’ın İki Şehrin hikayesi eserinin ilk başlangıç sözleri… Hayattaki bütün zorluklara rağmen kendi onurları ve düşünceleri için mücadele edenlerin hikayesidir. Bu romanı okuyan her kişi, mutlaka kendi yaşamının yansımalarına dokunur.

"Yaşayabilmek için her şey vardı önümüzde ve yaşayabilmek için önümüzde hiç birşey yoktu."

Paradigmalar oluşumlarını zamana bırakır, epey ve hatta üzerinde hiç düşünmediğimiz, oluşum süreçlerinde farkedemediğimiz kadar sabırlıdır! Yok ile var arasında, belli belirsiz bir güç ile “Ya Nasip” diyerek başlar işe … olağan ve sıradan görünme çabası, toplumun perdesidir. Toplum kendi şartlanmaları ile yeme – içme, günün en siyasi varlık çabasını sürdürürken, paradigma bu zaman içerisinde gelişir, büyür, kesinlik ve nesnellik kazanır. Toplum farkettiğinde, hücrelerin en derinine nüfus etmiştir. Artık bu paradigmaya bir bilim ve bir de bilimin kurulu gerekmektedir.

Paradigma geçişleri çok özel dönemlerde yaşanır. Bu geçiş dönemleri, toplum bireylerinin canını epey acıtır. Derin izler bırakır. Toplumun en derinlerine iner, bir önceki döneme ait olan toplumda yer etmiş, bilgi tabanında depolanmış, işlenmiş veya işlenmemiş tüm verileri açığa çıkartır.

“Toplumsal bunalım, kitlesel olarak yaşanan travmatik olayların toplum ve toplumu oluşturan bireyler üzerindeki etkileri kontrolsüz düzeyde yaşanmaya başlar. Toplumsal travmalar, kayıp, fiziksel ve psikolojik hasarlar ile sonuçlanan eylemler, küçük bir olayla başlayan bir sürece bağlı olarak gelişen ve belli bir grup, bu grubu oluşturan bireyler üzerinde etkisi olan olayların bıraktığı öyküler… Bireylerde derin yaralar bırakan bu öykülerde, olayların etkisinin sonuçlarını, topluluğun ve topluluğu oluşturan, inanç ve kimlik üzerinde, nesiller boyu derin duygusal yaralar bırakır. Travmanın sürekli körüklendiği bölgelerde, toplumsal yaşam, kurumlar ve dolayısıyla da sosyal doku doğal yapısını tamamı ile kaybedecektir.

Toplumun derin bunalım süreci ve etkileri, yaşamın veri tabanına yerleşmiş olan olağan bilim, var olan paradigmadan kopuş eylemine geçiş yapmaya başlar. Olağan bilim olarak işaret edilen, “alışkanlıklarımız, toplumsal şartlanmalarımız” paradigmaya, yeni dönem, devrim anı gelene kadar sımsıkı bağlıdır.

Evet, Şimdi ne oldu da olağan bilim var olan paradigmayı terk etmeyi göze aldı ve bir devrimin başlangıcına neden oldu? Bu sorunun sırrı yine olağan bilimin özünde… Peki biz bu sırra nasıl ulaşabiliriz?

Düşünerek!

(Late Latin: substance, from Greek hupostasis foundation, from huphistasthai to stand under, from hypo- + histanai to cause to stand) – Understand

Esas olan meselenin kaynağına inerek ve orada meselenin özünde kalarak, anlamaya çalışarak. Değişim sürecinde indirildiğimiz derinlikte biran kalıp, sorarak, sorgularayarak, düşünerek …

“Bize Ne oldu?”

2020 yılına girdiğimiz ilk aylarda “Yirmi Yirmi” olarak neşeli espriler yapıyorken, Mart ayı içerisinde önce kar tatili gibi bir süreç yaşadığımızı sanısından, dışarda mevsim baharmış ezgilerini Hıdırellez pilavını kaşıklayamadığımızda farkına vardık. Meğer kar değilmiş tatilin adı, ücretsiz Güneş tacı alana süresiz karantina imiş…

İki Şehrin Hikayesine kısaca tekrar dönecek olur isek; Fransız Devrimi’ne doğru giden süreç içerisinde Paris ve Londra’da yaşananları konu alan bir 19. yüzyıl romanıdır. Dickens, bu iki şehrin insanlarını, hayat şartlarını, aşklarını kendi gerçekleri ile, sosyal reformist bakış açısının yansımaları ile halen yaşayan bir roman yazmıştır.

" Evet biliyorum ki, az zaman kaldı. Geliyor. Şimdi yolda. Bunu hissedebiliyorum. Hiç durmuyor. Geriye de gitmiyor. Sürekli ilerliyor. Şu içinde bulunduğumuz dünyaya bak. Her şey aynı mı kalacak sanıyorsun? Bu gerçekten de çok komik." İki şehrin hikayesi C. Dickens Toplumsal yaşam sürekli, gelişim, değişim, dönüşüm halindedir. Herhangi bir gelişme iki yönlü bir süreç ise; ilerleme yani başlangıç noktasından daha ileriye doğru, en dipten yükseğe doğru, basit anlaşılabilirlilikten daha karmaşık, daha mükemmel, gelişmiş, yeni ve daha iyi bir değişikliğe doğru ilerleyen bir gelişim olmalı… Tırtılın Kelebeğe dönüşüm misali.

Evet, Şimdi Bize Ne oldu?

- Ağ Toplumu Olduk mu?

“Connecting People”

Ve Bize Daha Neler Olacak?

- Enformasyon Bilgi Toplumu

“We will be connected more”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
tuncay tosun 4 yıl önce

Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu
Ne olduysa hep bize azar, azar oldu
Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız
Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız
Avrupaya bir değil iki pencere açtık
Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız
Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz
asırlık çınarın temsil ettiği bir medeniyet,şu an gövdesi boşalmış,kurt yeniği olmuş birkaç yeşeren daldan ibaret söğüt kütüğü olmuş.yürüyüşümüzü unuttuk,konuşuşmamızı unuttuk hasılı unutmadık ne kaldı ki? silkelenip kendimize gelmediğimiz müddetce milletlerin gölgelendiği o çınardan eser kalmayacak.