
Yazan Sabahattin İSMAİL
20 Temmuz Barış Harekatı'na ve bu kapsamda Yenişehir, Kızılbaş, Küçük Kaymaklı Taaruzuna 20 yaşında gönüllü sivil mücahit olarak katılmıştım.
Mücahit ordusunda 1969'da 15 yaşımda Lise birinci sınıfta gönüllü öğrenci mücahit olarak yer almıştım.
Silah takımında havan nişancısı olarak görev aldığım birlik, Ledra Palas karşısında, Ledra Palas sınır kapısından İngiliz Yüksek Komiserliği'ne kadar olan bölgeyi savunan 20. Bölüktü.
Mezuniyetten sonra 1972'de ailece Avustralya'ya göç etmiştik. 1974 mayıs ayında ise adaya geri dönmüştüm.
15 Temmuz 1974 Yunan darbesinden sonra Seferberlik ilan edilmişti.
Seferberlik birimi, Avustralya'dan döndüğümden habersiz olduğu için bana sefer görev emri göndermemişti
19 Temmuz gecesi hiç uyumamıştık. Göçmenköy'deki evimizin kapı önünde oturarak radyolardaki haberleri dinliyorduk. Ordu Güneye kayıyordu. Başbakan Ecevit Londra'da son temasları yapıyordu. Buna karşın müdahale olacağına inanmıyorduk. 1963, 1964, 1967'de her müdahale girişimi ABD tarafından tehditle önlenmişti. ABD 6. Filosu Türk donanmasının önüne geçmekteydi. O nedenle Rumlar " Bekledim de gelmedin" şarkısını çalarak bizlerle alay etmekte ve psikolojik savaş yapmaktaydı.
20 temmuz sabahı saat 05.00 gibi derinden gelen top seslerini duyduk. Savaş gemilerimiz kıyı yumuşatma bombardımanı başlatmıştı. Beşparmak Dağlarındaki ve sahildeki Rum mevzileri denizden dövülürken savaş uçaklarımız da Beşparmaklar'daki Rum mevzilerini bombalamaya başlamıştı. Top mermilerinin ve jet bombalarının derinden gelen gürültüsünü duyunca müdahalenin başladığını anlamıştık. Herkes göz yaşları içinde birbirine sarılarak "kurtulduk. Nihayet geldiler" diye çığlıklar atıyordu...
Kadınlar , çocuklar uyanmış pencerelerden sarkarak patlama seslerini dinliyordu..
Dev uçaklar Kırnı ve Göçmenköy ovalarına Paraşütçüleri atıyordu.
Gökyüzünden yağan çiçekler gibi binlerce paraşüt ve onlara asılı paraşütçüler kurşun yağmuru altında ovalara doğru süzülerek iniyordu
Onlarca helikopter ise Beşparmakları aşarak Türk komandolarını Boğaz bölgesine indiriyordu.
Tüm Göçmenköy yaşlıları, kadınları, gençleri, çocukları ovalara koşup yanık yüzlü askerlerimize sarıldık, paraşütlerini toplamada onlara yardım ettik, su götürdük, cephane sandıklarını sivil halkın kamyonetlerine yükledik, askerlerimize rehberlik yaptık.
Rumların Dikmen ve Kızılbaş bölgesinden attığı havan mermilerinden ovalar yanmaya başlamıştı. Neyse ki atlayışlar da bitmişti.
Paraşütçülerin atlayışı bittikten ve askerler görev yerlerine gittikten sonra kalmakta olduğum ablamın Göçmenköy'deki evine döndüm. O zaman moda olan yüksek ökçeli ayakkabılarımı çıkararak, Yıldırım bölüğünde 10 yıllık mücahit çavuşu olan rahmetli eniştem Ümit Tilki'nin, ayağıma 2 numara büyük gelen eski botlarını giydim. Koşarak, en yakın bölük olan 400 metre ilerideki YILDIRIM BÖLÜĞÜ'ne (1969'da ilk acemi er eğitimlerini aldığımız yer) sivil kıyafetle intikal ettim. Kot pantolon ve mavi tişört giyiyordum. Silah ve üniforma istedim.
Kaydımı yaptılar ancak üniforma ve silah yoktu.
Bölüğün ortasından geçen kurumuş dere yatağı içinde oturup silah gelmesini bekledik.
Öğleye doğru içinde piyade tüfekleri olan bir landrover geldi, silahsız olan gönüllülere silahlar, 90 mermi, 2 el bombası ve içinde ilaçlı sargı bezleri olan " harp paketleri" dağıtıldı.
Düşman, büyük tahkimatları olan Kermiya'daki Gramer okulu ve Yunan Alayı mevzilerinden bulunduğumuz bölgeye, Ortaköy ve Gönyeli'deki Türk Alayı savunma mevzilerine yoğun uçaksavar ve havan atışları yapıyordu. Akşam hava kararınca atışlar daha da yoğunlaştı. Her dakika onlarca mermi düşüyordu. Gönyeli'den minare boyu ateşler yükseliyordu. Ovalar yanıyordu. Gök yüzünü kara dumanlar kaplamıştı. Ancak ne ilginçtir ki o Temmuz sıcağında başlayan hafif bir yağmur ovalardaki yangını söndürdü.
Gece yarısına doğru ağır bombardıman ardından Yunan Alayı Ortaköy ovalarından Ortaköy ve Gönyeli'deki Türk alayına karşı 8 tank desteğinde saldırıya geçti.
Amaçları Türk Alayını imha edip Gönyeli'yi işgal etmek, Lefkoşa Boğaz yolunu kesmek ve Bellapayıs ile Dikmen'den gelen Rum Komando taburu ile birleşerek dar boğazı ele geçirmekti.
Yunan taaruzu gelişirken gerektiğinde Türk alayına atış desteği sağlamak için yol kenarına mevzilendik. Uçaklar gece olduğu için yardıma gelemiyordu.
O zaman karkas inşaat halinde olan Dr. Burhan Nalbantoğlu hastahanesi üstüne bir geri tepmesiz top getirildi. Bu topun isabetli atışları ile Rum tankları vuruldu. Vurulan tankların alev alev yandığını görüyorduk. Bir an önce sabah olmasını ve Türk uçaklarının gelmesi için dua ediyorduk.
Nitekim öyle oldu.
Gün ışır ışımaz Türk uçakları Yunan alayı üzerine ölüm yağdırmaya başladı. Türk Alayı ise aynı anda karşı taaruza geçerek ilerlemeye başladı.
Seferi personelle birlikte yaklaşık 200 mücahitten oluşan Yıldırım bölüğü olarak kurşun yağmuru içinde yolun iki kenarında birerle kolda yürüyerek Kumsal İlkokulu arkasına
( şimdiki Açık öğretim Fakültesinin olduğu yer) intikal ettik ve kurşun yağmuru içinde beton zemin üzerine uzandık.
Gün ağarıncaya kadar 2'li , 3'lü guruplar halinde Gelibolu ilk okulundan Türk Lisesi'ne kadar uzanan 77. Bölük savunma mevzilerine takviye olarak dağıtıldık. Bedrettin Demirel caddesi boyunca uzanan toprak set arkasında her 25-30 metrede bir mevzi vardı. Birer ikişer o mevzilerdeki 77. Bölük mücahitleri yanına dağıtıldık. 22 Temmuz'da yapılan taaruzda şehit olan Ali Çamsöken çavuş beni ve bir arkadaşı şimdiki sağlık bakanlığı, (o zamanki göğüs hastahanesi ) arkasındaki toprak sette yer alan bir mevziye kurşun yağmuru içinde götürdü.
Mevzide, Ortaokuldaki İngilizce hocam, Erenköy gazisi Mahmut Bayram ve ortaköylü otobüs şoförü İbrahim Amerikalı adlı bir seferi personelle birlikteydik. Elimizde 2. Dünya savaşından kalma birer İngiliz Piyade tüfeği vardı
21 Temmuz gününü karşılıklı atışlarla geçirdik. Yemek olarak bütün gün yiyebildiğimiz mevzilere dağıtılan 5 -10 zeytin ve bir parça ekmekti. Daha başka birşey var mıydı anımsamıyorum
Karşımızda şimdi Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı olan yerlerdeki Rum mevzilerinde uçaksavar ve keskin nişancılar vardı. Yanımızdaki mevzinin mazgalından geçirdikleri kurşunlarla nevzideki mükellef mücahidi omuzundan ve çenesinden vurdular. Acı içinde,
- " Yandım anam ölüyorum" diye bağırıyordu.
Sesi kurşun seslerini bastırıyordu. Hemen mevziye sürünerek onu dışarı çıkardım. Şoktan çıkması için onu sarsıp bağırdığımı anımsıyorum. Harp paketimi çıkararak omuzuna acemi bir sargı yaptım. Ancak kanı durduramıyordum. Çenesinden de bir parça kemik kopmuştu, kan kaybediyordu. Onu sırtlayarak göğüs hastahanesi arkasına taşıdım. Bodrum kata indim. Erenköy gazisi Kütüphaneci Ahmet Yıldırım Hocam manga komutanımızla telefon başındaydı.
Yaralının durumunu anlattım. Ambulans bulmak imkansızdı. Zaten telsizimiz de yoktu.
Onu acil olarak sur içindeki genel hastahaneye götürmeye karar verdik. Ahmet Yıldırım hoca ile birlikte göğüs hastahanesi baş hemşiresinin Renault TX aracını aldık. Hocam direksiyona geçti. Ben yaralıyı arka koltuğa taşıyarak kan kaybını durdurmak için iki elimle sıkı tampon yapmaya başladım. Karartma nedeniyle zifiri karanlıkta farları yakmadan kurşun yağmuru içinde giderken şimdiki Merkez Bankası binası ( 1963'de ele geçirdiğimiz eski buz fabrikası) önünde mücahitler yolumuzu keserek ( yol Rum atışı altında olduğu için) bizi şimdiki Meclis binası arkasındaki yola yönlendirdiler.
Şehitler Abidesi önüne geldiğimizde aracın motoru ve lastikleri Ledra Palas'tan gelen kurşunların isabeti ile infilak etti. Gecenin karanlığı ateş alan arabanın ışığı ile aydınlandı.
Kendimizi dışarı attık. Ahmet Yıldırım Hocam ile birlikte çok kan kaybeden yaralı mücahidi Şehitler Abidesi'nden Sur İçindeki eski genel hastahaneye kadar, yaklaşık 500 metre, değişe değişe sırtımızda taşıdık.
Üstümüz başımız kan içinde kalmıştı.
Giydiğim mavi tişört ve kot pantolon kandan iyice ıslanmıştı.
Hastahane dolmuştu. Başka bölgelerden gelen yaralı ve şehitler hastahane dışında yol ve kaldırımlarda yatıyordu.
Kurşun yağmuru içinde ara sokaklardan geri dönerken şimdiki Meclis binasının alt katındaki 55. Bölük karargahına uğradık.
Tişörtümü ve pantolonumu kan içinde gören karargah personeli başıma toplanıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Onlardan telsiz ve silah istedik. En büyük eksiğimiz telsiz ve silahtı ama yoktu.
Bize, tomson silahı olanlara vermek üzere 2 paket tomson mermisi verdiler.
Orda tarihçi Vehbi Zeki Serter hocamı gördüğümü anımsıyorum .
Ordan arka yollardan Kumsal ilkokulundaki karargaha geldik.
Durumu anlattık. Benim, 2. Dünya Savaşından kalma eski İngiliz piyade tüfeğim atış yaparken tırnağı kırıldığı için kovan kesmişti. Kovan namlu yatağında kaldığı için artık atış yapamıyordum.
Başka silah istedik, yine yoktu.
Orda rahmetli komutan öğretmen Ali Dinçer Hocam (Rahmetli İsmet Kotak'ın abisi) vardı.
Daha sonra liseden felsefe hocam Erenköy gazisi Celal Değgin de bir araçla geldi. St. Hilarion 'dan özel arabası ile hastahaneye yaralı getirmişti ve geriye dağa dönüyordu.
Ortaokuldan , liseden öğretmenlerimizle birlikte savaşıyorduk. Beşparmaklar'da Doğruyol mevzilerimiz düşünce Cebir öğretmenim Erenköy gazisi Ali Ertuğrul, Yenişehir savaşında ise tarih öğretmenim Ecvet Yusuf şehit olmuştu.
Celal Değgin Hocam beni üstüm başım kan içinde görünce
- " Sabahattin ne oldu, yaralı mısın? diye sordu.
Hastahaneye yaralı götürdüğümü mücahidin kanı olduğunu söyledim, rahatladı.
ALİ Dinçer hocam bize ertesi gün (22 Temmuz ) Yenişehir , Kızılbaş , Küçük Kaymaklı ( 1963'de Rumların işgal ettiği köyüm) bölgesine taarruz olacağını mevziye gidip arkadaşlara iletmemizi ve hep birlikte taaruza çıkmamızı söyledi.
Mevzilere gidip emri ilettik.
Sabaha yine yemek dağıtılmıştı. 5 zeytin, çeyrek ekmek.
Üçüncü gün de Yemeğimiz buydu.
33., 44., 55., 77., 88. Mücahit Bölüklerinin klasik Türk taaruz yöntemi olan HİLAL şeklindeki koordineli taaruzları başlayınca karşımızdaki Rum mevzisinde bulunan uçaksavar bizi hareket ettirmedi.
Mevziden çıkıp toprak seti aşmaya ve önümüzdeki 100 metrelik düz araziyi geçmeye kalktığımız anda yoğun bir uçaksavar atışı ile bizi geri püskürttü. Bunun üzerine Türk Alayı'ndan yardım istendi. Bir ağır makineli tüfek timi geldi, onlara Rum mevzisini gösterdik. Seferis'in un fabrikası (şimdiki Grand Paşa Oteli'nin bulunduğu yerde idi) üzerine çıkarak Rum mevzisini yoğun ateş altına aldılar.
Destek bölüğünden RPG 7 ile gelen Ahmet Şener adlı bir Mücahit de yaklaşarak mevziyi roketle vurdu. Böylece bizim hattaki mücahitler biraz geç de olsa taaruza geçerek Rum mevzilerine girdik.
Rum askerler uçaksavarı bırakıp kaçmıştı. Hilal şeklindeki taaruz gereği sivil halkın kaçması için Büyük Kaymaklı yolu açık bırakılmıştı. Taaruz meskun mahalde önden, sağdan, soldan gelişirken Rumlar gerideki Büyük Kaymaklı üzerinden hızla kaçmaya başladı. Betonarme Rum mevzisine girerek bize göz açtırmayan uçaksavarı aldık. Mevzi ve evlerden topladığımız geri tepmesiz top dahil silah ve cephaneyi bir landrover ile karargaha gönderdik. Girdiğimiz her evden 15 temmuzdaki iç savaşlarından kalan birçok silah ve mermi topladık.
Çok sayıda Rumu da esir alıp Arapahmet mahallesindeki esir kampına gönderdik.
Bu arada şimdi kızılbaş kilisesinin ve kahvehanesinin bulunduğu meydanda hastahaneye yaralı götürdükten sonra dönen bir araç içindeki sivil kıyafetli mücahitleri Rum sanarak yoğun ateş açtık. Arabayı terk ederek mevzilendiler, bizi Rum sandıkları için ateşe başladılar. 5 dakika kadar çatıştık.
Neden sonra birini tanıdık ve ismini çağırdık. Yanıt verdi, birbirimizi vurmadan çatışmaya son verdik.
Bu olaydan sonra sivil kıyafetli mücahitler olarak bize küçük bayraklar verdiler ve göğüslerimize bağladık. Bu çok iyi olmuştu. Nitekim az sonra Domuzcular Burnu'ndan taaruz eden Türk Alayı'na mensup askerlerle karşılaştık. Bize ateş etmek için mevzilendiler ancak bayrakları görünce durup seslendiler. Yanıt verdik sarıldık, sevinçten ağladık.
İlk G 3 silahını de onlarda gördüm. Atış yapmak için istedim. Gülerek verdiler. Neredeyse yarım şarjörü Kilise kapısına boşalttım. Çok mutluyduk...
Taaruz devam etti, Yenişehir okullar yolunu temizledik.
Şimdi Şehitler Camisi olan Yenişehir Kilisesi ve Rum polis karakoluna geldiğimizde Zeki Taner komutasındaki destek Birliği olan Bando Bölüğü ile karşılaştık. Çoğu arkadaşımızdı. O an 2 Rum tankının okullar bölgesine karşı saldırıya geçtiği haberi geldi. Aklımda kaldığı kadarı ile Ali Okan ve bir başka mücahit A 4 veya Bren silahı ile o yöne giderek mevzilendi. Ancak Rum tanklarının daha ilerideki Mücahitlerin atışı ile kaçtıklarını öğrendik.
Kaçan Rum askerlerinin peşinden ilerlemeye devam ederek Küçük Kaymaklı'ya şimdiki ateşkes hattına geldik. Büyük Kaymaklı'daki Rum mevzileri karşısında mevzilendik.
O geceyi, 1963'de 9 yaşımda iken terk ettiğimiz, ve yağmalandıktan sonra yakılıp yıkılan kilise karşısındaki evimizin kalıntıları içinde geçirdim.
Tarifsiz duygular içindeydim. 9 yaşında bir çocukken, Rum saldırıları sonucu terk etmek zorunda kaldığımız, işgal edilen köyümüzü ve evimizi 11 yıl sonra 20 yaşında eli silahlı bir Mücahit olarak savaşarak, Mehmetçiğin yardımı ile geri almıştık.
O gece 11 yıl önce yakılıp yıkılan evimizin kalıntıları arasında güzel bir uyku çektim. Hala göğsümde hiç kullanmadığım 2 el bombası, belimdeki torbada az kalan tomson mermileri ve yerli yapımı tomson silahım vardı
Ertesi gün işgal ettiğimiz bölgelerdeki evleri tek tek girip temizleme emri verildi. Binlerce ev vardı. Hala evlerden sivil giyinmiş Rum askerleri çıkmaktaydı. İkişerli timler halinde evlere girip temizliğe başladık. Yatak altlarında dolaplarda tavan arasında saklanmakta olan sivil giyinmiş Rum askerlerini bulup esir aldık.
Yenişehir'de eskiden Genç TV merkezi olan binanın tavan arasında çatıdan atış yapan bir Rum mevzisi vardı. Ancak tavan arasına çıkmak için merdiven yoktu. Bir tahta pancuru söktük. Tavan arası boşluğuna dayadık. Tırmanır tırmanmaz kum torbalarından yapılan mevziye Tomson silahımın tetiğine bastım. Ancak silah tutukluk yaptı. Tekrar kurup denedim yine patlamadı. Panikledim. Bağırarak silahı aşağıya attım ve el bombasına sarıldım. Gerilimden saçlarımın ve tüylerimin dikildiğini anımsıyorum. Aşağıdaki arkadaşlar panikle " Atma , atma" diye bağırdı. Son anda durdum . Atsaydım hepimiz zarar görecektik. Bereket mevzi boştu ve karşı atış gelmedi.
İndim ve evleri aramaya devam ettik. Üzerimdeki elbiselerde yaralı mücahidin kanı kurumuştu. Temmuz sıcağında sineklerin saldırısı altındaydım.
Kızılbaş'ta girdiğimiz evlerden birinin dolabında bedenime uyan bir pantolon ve tişört buldum, kanlı pantolon ve tişörtü günler sonra çıkardım, vücudumu ıslak bezle sildim ve Rum gencinin pantolon ve tişörtünü giyip sineklerden ve kan kokusundan kurtuldum.
Açıkta yerde yatıp kalkıyorduk. Barınma ve yiyecek sorunumuz vardı. Ateş kes vardı. O nedenle 15 gün sonra seferi personel terhis edildi. Silahımızı cephanemizi teslim ederek ayrıldık ve ablamın Göçmenköy'deki evine gittim. 20 gün sonra nihayet yıkanıp derin bir uyku çektim
Çıkarma bölgesine gelen cephane ve yiyeceklerin boşaltılması için gönüllü aranıyordu. Bu kez de Göçmenköy'den 5 genç gönüllü olarak bir polis landroveri ile çıkarma bölgesine gittik. Boğaz bölgesinde Dikmen'den saldırıya geçen ancak uçaklar tarafından imha edilen Rum Komando taburunun yakılan araç ve toplarını o gün gördüm.
Çıkarma bölgesinde ilk gün 5 gönüllü 5 asker bir günde 1 çıkarma gemisi dolusu cephaneyi , ikinci gün bir gemi dolusu un çuvalını boşalttığımızı anımsıyorum.
Geceleri bizi Girne'deki eski Harup ambalarına götürüyorlardı. Orada askerlerin verdiği konserverleri yiyor, beton zemin üzerine serdiğimiz torbaların üzerinde kocaman tarla fareleri arasında uyuyorduk . Bir hafta da böyle geçmişti...
Daha çok şey yaşadık. Ancak aradan 51 yıl geçti. Anımsayabildiğim bunlar.
Bugünlere kolay gelmedik. Çocukluğumuzu gençliğimizi bilmedik.
11 yıl boyunca aç ve sefil ağıllarda mağaralarda, han odalarında 1 kişilik yerde 20 kişi yaşadık. Aç kaldık, ölüm korkusu ile yaşadık. Savaştık, teslim olmayı bir sn bile düşünmedik. Anavatan sayesinde direndik kazandık. Ve 1974 Barış Harekatı ile kurtulduk , özgürlüğe , refaha ve güvenliğe kavuştuk.
O nedenle bugünlerin değerini çok iyi bilelim. Gençler bu yazdıklarımı okusun.
"1974 sonrası herşey çok kötü oldu. İşgalci Türkiye defolsun" diyen Rumun, AB'ın , ABD'nin emperyalist ülkelerin, beslediği 5. Kol'un yalanlarına gençlerimiz aldanmasın.
Anavatana, ordumuza ve devletimize sahip çıksın.
Tüm şehitlerimizi ve aramızda olmayan milli varoluş mücadelesine emek veren herkesi, liderlerimizi, devlet adamlarımızı komutanlarımızı, mücahitlerimizi askerlerimizi rahmet ve minnetle, gazilerimizi şükranla anıyorum
Sonsuza dek Anavatan, sonsuza dek KKTC