Öne Çıkanlar Dünya Ekonomik Forumu Müslüman Sosyalizm Yahdiler YouTube

KORUYUCU OLAN MASKE DEĞİL SÜMÜKTÜR

Yazan Muammer KARABULUT

Son aylarda aslında insanın özellikle sağlık sistemi zayıflamaya başlar başlamaz vücudumuzda bulunan trilyonlarca  bakterinin birkaç tanesinin, kendini yaşatmak isteyen virüsle buluşmasını ve sonuçlarını konuşuyoruz veya anlamaya çalışıyoruz.

Kesin olmamakla birlikte, “insan vücudunda 15 ila 724 trilyon arasında hücre, 30 ila 400 trilyon arasında bakteri”  bulunduğu söyleniyor. Ama diğer bir araştırmada da emar taramalarında elde edilen bilgilere dayanarak ortalama bir insanın bağırsak hacmi hesaplanıyor. Bir gram dışkıda 90 milyar bakteri bulunduğundan yola çıkarak vücuttaki toplam bakteri sayısının 38 trilyon civarında olduğu tespit ediliyor. Belki de bilimsel çalışmalar ileri de bakteri ve virüs  sayılarını yeniden belirleyecektir.  

Burada bakterilere,  elektriksel terim olarak  (+ pozitif ) veya bilgisayar işlemcisi olarak kullanılan (1), virüsleri de elektriksel terim olarak  (- negatif) veya bilgisayar işlemcisi olarak kullanılan (0) olarakta adlandıra biliriz.

Vücudumuzda bir de bu bakteri ve virüslerin buluşmasını veya evliliklerini engellemek veya buluşmalarının kısa sürmelerini sağlayan bağışıklık sistemimiz vardır. Çoğunlukla da bağışıklık sistemimiz sayesinde bakteri ve virüslerin evlilikleri kısa sürer ve  başarısız olur.

Vücudumuzdaki bu bağışıklık sistemi, vücudumuzu  dış düşmanlara karşı sürekli korumak için yoğun bir çalışma içindedir. Onun için de biz de yediklerimiz ve içtiklerimizle bu sisteme fayda sağlamak zorundayız. Yoksa bu sistem dış düşmanlara karşı bizi koruyamaz. Sonra da vücudumuzda ki her türlü buluşmaya ve evliliğe göz yumar.

Bilim insanları bağışıklık sisteminin karışık yapısını ve görevlerini daha iyi anlaşılması için ikiye ayırmışlardır.

  1. Doğuştan Gelen Bağışıklık Sistemi.
  2. Edinilmiş Bağışıklık Sistemi.

Birinci doğuştan gelen bağışıklık sitemimiz,  son derece etkin ve hızlı bir biçimde çalışır. Örneğin bakterileri  her türünü en hızlı kısa sürede tespit eder ve zararsız hale getirir. Ama etkisi sınırlıdır.  Bunlar ilk etapta deri ve ağız ve gırtlak gibi dışarıya açık bölgelerdeki  sümük salgılayan zardır.  İçeri sızmaya çalışan davetsiz misafirlere engel olan bu bariyerler, bağışıklık sistemimizin en önemli yapıtaşıdır. Vücutta üretilen asit, enzim veya  sümük  gibi maddeler de bu gruba dahildir. Zira bunlar da  maske olmaksızın aynı şekilde bakteri ve virüslerin vücudumuza yerleşmesini engeller. Maske ile ağız ve burun bölgesini kapattığımızda, doğal bağışıklık sistemimize zarar verdiğini dahi söyleyebiliriz. Çünkü burada maske basitçe ağızda başlayan sistem de yoğunlaşan her türlü mikro organizmayı nefes yoluyla tekrar yoğun olarak ağzımıza almamızı da sağlar.

İkincisi eğer  doğuştan gelen bağışıklık sistemimizin tüm dikkat ve çabası ve tüm savunma mekanizmalarımıza rağmen davetsiz misafirlerin vücudumuza girmeyi başardığı durumlarda, vücudumuz bağışıklık sistemimizin bir sonraki aşamasını devreye sokar.  Bu vücudumuzun kendine özgü edinilmiş bağışıklık yanıtıdır. Bu yanıt faaliyete geçene kadar dört ila yedi gün geçmesi gerekir.

Bu bağışıklık sistemimizin, diğerinin aksine, belirli bir alanda uzmanlaşır ve belirli mikroorganizmalara, proteinler de olmak üzere yağlar, karbonhidratlar , kimyasal maddeler, enzimler gibi moleküllere karşı da çalışır. Savaş sırasında edindiği yeni tüm bu bilgileri tekrar kullanmak üzere kayıt altına alarak, "hafıza hücrelerine" kaydeder. Doğal olarak bir daha bu davetsiz misafirler ile karşı karşıya kaldığı zaman dört ile yedi gün içinde değil hemen tepki verir.  Böylelikle bazı hastalıkları bir kez geçirmemize neden olur.

İşte burada adı geçen virüs olsun veya olmasın, bu virüse karşı insanların bağışıklık kazanıp kazanmadığı hala araştırılıyor… Kesin bir şey yok ama kafalar yeterinden fazla karışmış durumda.

Şimdi de kısaca bağışıklık sistemimizin büyük savaş verdiği ve yaşamımızı sağlıklı devam ettirmek için sürekli zinde kalmak uğruna kaldığı virüs ve bakteriler bakalım.

  

Her ikisi de gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Örneğin 3 türü olan Rhinovirüs’ün çapı 30 nm/nanometre (1 metrenin milyarda biridir. 1 nm =0,000000001 m Örneğin hücre zarı 12 nm'dir.) , 7 türü olan koronavirüs ile insana enfekte olan 3 gripal virüsün çapı 120 nm’dur. Peki sadece mikroskop yardımıyla görüntülenebilen bakterilerle virüsleri birbirinden ayıran özellikler nelerdir?

Bakteri ve virüsler arasındaki en önemli farklardan biri hayatta kalmak ve çoğalmak için kullandıkları yöntemlerdir. Bakteriler DNA, ribozom, sitoplazma, hücre duvarı ve hücre zarına sahip tek hücreli canlılardır. Bazı bakterilerde hareket etmelerini sağlayan kuyruğa benzer kamçı ya da yüzeylere tutunmalarını sağlayan pilus adında tüye benzer yapılar bulunur. Bakteriler her türlü ortamda canlılıklarını sürdürebilir. Yaşamak için başka bir canlı hücreye ihtiyaç duymazlar.

Virüsler ise yaşamak için canlı bir hücreye ihtiyaç duyar. Bu hücreye konak hücre denir. Bütün virüslerin yapısında konak hücre içerisinde çoğalıp yaşamsal faaliyetlerini sürdürmelerini sağlayan DNA ya da RNA’nın yanı sıra bunları koruyan ve kapsit olarak adlandırılan bir protein kılıf bulunur.

Bakterilerin hepsi zararlı değildir. Doğada birçok faydalı bakteri bulunur. Örneğin azot bakterileri doğadaki azot döngüsünün devam etmesini sağlar, okyanuslarda yaşayan fotosentetik bakteriler atmosferdeki karbondioksiti kullanarak oksijen üretir, bağırsağımızda yaşayan bakteriler ise besinlerin sindirimi ve emiliminde rol oynar.  

Virüsler ise yalnızca zarar verir. Girdikleri konak hücreyi kullanarak DNA ya da RNA’larını çoğaltırlar. Böylece kendi kopyalarını oluşturarak diğer hücrelere saldırırlar. Enfekte olan sağlıklı hücreler ise ölür.

Bazı bakteri türleri tüberküloz, menenjit ve idrar yolu enfeksiyonu gibi hastalıklara sebep olabilir. Bu hastalıklar antibiyotikle tedavi edilebilir. Virüsler ise insanda grip, soğuk algınlığı, kızamık ve kızamıkçık gibi hastalıklar ile kendini gösterirler.

Burada en önemlisi yapılan evlikler öncesi çok dikkatli olmak gerektiği gibi bir durumla karşı karşıyayız. Nasıl ki evlilikler eşle sınırlı değil, her iki tarafın geçmişi ve aileleri ile devam ediyorsa, teknolojiler, aldığımız gıdalar, soluduğumuz hava ve yaşadığımız stresler vücudumuzun doğal bağışıklık sistemimize etki ediyor. Ya  zayıflatıyor ya da güçlendiriyor. Bundan dolayı da sonradan edindiğimiz bağışıklık sistemine çok iş düşmektedir.  

Sonradan edindiğimiz, “bağışık hafızamızı”  kuvvetlendirmek için,  her alanda bilinçli tüketici olmaya ihtiyacımız var. Ama sonradan edindiğimiz bağışıklık sisteminin, gripal enfeksiyonların antibiyotiğe ihtiyacı olmadığı gibi aşıya da ihtiyacı yok. Aşının trilyonlarca bakteri ve hücrelerin, kaç milyarına zarar vermeyeceğini kim garanti edebilir?    

Not : Sunumun sonunda ki virüslerden korunma tedbirlerine katılmıyorum...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.