Yazan Mustafa DÖNMEZ
Filistin’in Kuvâ-yi Milliyesi denilen HAMAS’a her ay on binlerce dolarlık maaş ve yapılanma giderlerinin parasını KATAR verdi. Para teslimatına MOSSAD aracılık etti. HAMAS’ın 7 Ekim 2023 İsrail saldırısının üzerinden kocaman bir yıl geçti. Nasıl olmuşsa, HAMAS’ın saldırısını MOSSAD haber alamamıştı… (Katar’ın varlık fonu ortakları arasında Rothschild dolayısıyla İngiltere bağlantısı unutulmamalıdır)
İran’ın füze saldırısıyla İsrail’in delinmez denilen hava savunma silahı ‘demir kubbe’ aşıldı. İsrail ve ABD saldırının önlenmesinde etkisiz kaldılar. Gerçek budur. Süpersonik füzelere karşı İsrail’in korunması yoktur.
Ayrıca İran’ın elinde denemesi yapılmamış 5 nükleer bomba vardır. 57 Müslüman ülke içinde tek Şia devleti olan İran’ın Şii milislerinin yok edilmesi İsrail’in ve Amerika’nın işine gelmez. Bölgenin tasarımında yıllardır sahada yakın iş birlikleri vardır. Bugün ise tüm yönetim kademesi İsrail’in hedefinde…
Saydıklarımın içinde en büyük çelişki de İsrail’in yüzyıllardır süregelen değişmez doktrini (kadim öğretisi) olan ‘güvenliğinizi parayla satın alın’ Tanrı buyruğunun dışına çıkmasıdır. İsrail kurulduğundan bugüne bu politikanın dışına çıkmadı. İnandıkları kutsal kitaplarına göre, Tanrı ‘binlerce yıl süren dini cinayetlere’ salt İbraniler için son vermişti. Üstelik üç tek Tanrılı dinin peygamberi olarak inandıkları Hz. İbrahim birleştirici olarak öne sürülerek 15 Eylül 2020’de ‘Abraham Anlaşması’ imzalandı. Bahreyn ve BAE bu imza ile İsrail’i egemen bir ülke olarak tanıdılar ve diplomatik ilişkileri başlatmayı kabul ettiler. Arabistan sonradan bu anlaşmaya katıldı. Oysa Tanrısı Abraham (onun soyundan geleceklere) ‘Büyük nehir (Nil) den Fırat’a kadar iki nehir arasındaki toprakları vadetmişti… Kadim ‘barışı/ güvenliği’ ekonomiyle almak süreci tek başına HAMAS’ın barbarca saldırısıyla akamete uğradı? İsrail on binlerce çocuk, kadın dahil sivilleri öldüren bir kanlı sürece girdi…
Nasıl olmuşsa, HAMAS’ın İsrail baskınında rehin aldığı kişilerin tamamının Netanyahu karşıtı olması da bir yaman çelişki.
ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya hatta Arap basını izlendiğinde HAMAS baş belası olarak görülmekte ve bu fanatizmin kendi toprakları ve insanları için büyük tehlike olacaklarını iddia etmektedirler.
Silahların en güçlüsü inançla beslenen psikolojidir. Yüzyıl önce bölge dizayn edilirken din ve mezhepsel farklılık üzerinden kurgulanmıştı. Tarih, değişimin kaydedilmesidir. Hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğinin hatırlatıcısıdır. Ama aynı zamanda bazı şeylerin uzun zaman sürebileceğini ve etkisizleştikleri zaman önceki statükoların tekrar ortaya çıkmayacağını da bize hatırlatır.
İsrail Türkler için önemli bir ülkedir. Bugün İsrail’in Türk dünyasıyla kurduğu sıcak ilişkiler göz ardı edilemez noktadadır. Savunma teknolojilerimizin bugünkü durumuna gelmesinde verdikleri destekler çok kıymetlidir. Yahudi Türklerin bilinç seviyeleri yüksektir ve tarihsel bağlarımız çok güçlüdür. 700 yıldır Türklerin koruması altında yaşamışlardır. Azerbaycan topraklarını işgalden kurtarılmasında verdikleri askeri destek ile Avrupa hatta dünya basınında Yahudilerin Türklerin yanında durmasını, Almanya’nın Solingen kentinde 28-29 Mayıs 1993 gecesi uyurken yakılan Türklere Avrupa’da tek destek verenlerin Yahudilerin olmasını unutmuyoruz. Öte yandan Holokost’un yani Yahudi Soykırımının tüm acılarını yaşamış Norman Finkeltstein’in yazdığı ‘Holokost Endüstrisi’ adlı kitabında, ABD’nin Yahudi Lobisini ve İsrail’i Holokost üzerinden nasıl kullandığının sayısız örneklerini anlatmış. Finkeltstein, Holokost’u yapanların, inkar ya da istismar edenlerin aynı kumaştan olduğunu bizlere hatırlatıyor. Aynısı bugün Gazze üzerinden yapılıyor ve Türk Ulusunu Arap-Yahudi savaşımına eklenlenmeye çalışılıyor. ‘Vaat edilmiş topraklar’ ile Türkiye topraklarını bu işe katanlar harita bilmediklerini, yalan ve yersiz kirli propaganda yaptıklarını bizlere gösteriyor. Oysa o topraklar içinde Türkiye’nin toprakları yok.
İsrail yöneticilerinin giriştikleri insanlık dışı yaklaşımların ülkeyi sonu belli olan çıkmaz yola sokması, bütünlüğü görmemizi engellememelidir. İsrail’in dincileri, bizim ve İran’ın dincileri doğal olarak birbirini sevmezler. İlişkilerin bozulması, iktidarlarının devamlılıkları için hayatidir. Çünkü tüm dini yapılar üzerinden çıkar sağlayan odaklar sürekli düşman üreterek savaşlarla, gözyaşlarıyla beslenirler. Bu nedenle tarih bilmeyince stratejide olmuyor. İran’ın füzeleri İsrail’e düştüğünde Türkiye’de sevinç çığlıkları atılıyor. İran’ın Türklere verdiği zararlar gölgeleniyor. İsrail’e karşı PKK ve türevlerinin hamisi İran’ın yanında olmak mı gerekiyor? Bir başka pencereden bakalım.
Bu son savaşta tam olarak, “İsrail’in tahrik ve tetikleyici olduğu” da söylenemez.
Tam tersine İsrail yatıştırıcı olmaya çalışıyordu. Binlerce Gazzeliye iş veriyordu. Ayrıca Körfez emirlikleri ve Suudi Arabistan arasında yapılan anlaşma giderek yakınlaşmalarına sebebiyet veriyordu. Bu ise İran’ın 3 stratejik boğazını Amerika’ya ve batıya kaptırması anlamına gelmesi demekti. İran, Çin ile 25 yıllık toplamda 400 milyar dolarlık bir anlaşma yaptı. İran’ın tüm alt yapısı modern çağa uygun haline getirilecekti. Karşılığında Çin İran’dan ucuz ve devamlılığı olan doğalgaz ve petrol alacaktı. Hamas’ın saldırısı tam da bu anlaşma sonrası yapıldı ve şu an bu anlaşma rafa kaldırıldı. Başka bir nokta, Netanyahu’nun zayıf hükümeti ve ülkenin ikiye bölünmüş olmasıdır. Ülkedeki çoğunluğu oluşturan Yahudi Türkler Netanyahu’nun faşist politikalarını tasvip etmiyor sürekli sokaklarda protesto ediyorlar. Şu an Netanyahu karşısında en sert politika ülkesi içinden yükseliyor.
Analizimin ana fikri; Bölgede Çin ve Amerika hesaplaşmasında, HAMAS’ın aparat olarak kullanılmasıdır.
Aklını kendi refahına ve güvenliğine takmış, kaygılı bir Amerika, dünya insanlığını her türlü ateşe atmaktan çekinmiyor. Peşine taktığı müzahir kişilerin yönettiği ülkeleri de ateşe atıyor. İsrail’in karşısına düzenli bir ordu çıkmamışken ABD’nin koç başlığına soyunması kendi meşru savunmasını gölgeletiyor. İsrail düşman bir dünyada izole edilmiş olarak kendini bulabilir. Kuşatma zihniyeti aşılanmış bir garnizon ülkeye dönüşmeyi göze alması normal değil? Polonyalı bir ailenin çocuğu olan Netanyahu ve ekibinin aşırı sağcı ve zayıf hükümeti, hapis olasılığını Demokles’in kılıcı gibi başında hissetmesi, “iç politikada durumunu güçlendirmek için seçtiği şiddet yolu ve anayasayı bile delecek girişimleriyle” yangına malzeme hazırlaması yadsınamayan bir diğer gerçektir. Yolsuzluk ve hırsızlık saklanamayacak düzeylerde.
Amerika'nın refah ve güvenlik arayışlarının peşine taktığı İsrail gibi ülkelerle kontrolden çıkıyor olması, İsrail şiddet gerçekleştirme kapasitesini bu kadar çok artırırken insanlığı birbirine bağlayan bağları bu kadar görmezden gelmesi kendi sonunu hazırlayabilir. İsrail elinde bulundurduğu nükleer silahlarla bekasını garanti altına almış gibi görünse de kendisine karşılık verilmesini de çağırmış olmaktadır.
Çin’in kendisini Avrupa’dan uzaklaştıran Amerikan politikalarına HAMAS ile karşılık veriyor olması göz önünde tutulmadan oluşturulacak bir strateji ülkemizi, Osmanlı İmparatorluğunun, 02 Ağustos 1914 tarihinde Almanya’nın müttefiki olarak Birinci Dünya Savaşı'na girdiği esnada İmparatorluğun Hariciye Nazırı ve hükumetin başındaki Sadrazamı olan Said Halim Paşa’nın kaleme aldığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girişi neticesinde yıkılış hikayesinin benzeri şeyler yaşanabilir.
Yüz yıl önce o bölgelerden çekilen ordularımızın başındaki subayların yaşadıklarından çıkardıkları acı tecrübelerini bizlere aktaran, Fahrettin Altay, Ahmet Cemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Atatürk’ün gözlem ve nasihatlarını unutmamamız gerekiyor.
Atatürk'ün uyguladığı ve nasihat ettiği ilkelerden bazıları şöyledir.
1-Komşuların iç işlerine karışmayın.
2-Arap ülkeleriyle ilişkilerinizi geliştirin. Aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın. Sormadan akıl vermeyin.
3- Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.
Barbaros Hayrettin Paşa’da Araplarla ilgili düşüncelerini günlüğüne yazmıştır ve bugüne bakıldığında karşılık bulması ilginçtir. Neyzen Tevfik, Türk’e ikinci Öğüt isimli şiirinde, ‘Kendi mülkünde garibane dilendin din için, Pek fedakârane yandın bir Kureyşi kin için. Diye yakınır…
Atatürk’ün 24 Nisan 1920’de TBMM gizli oturumunda yaptığı konuşmasında, Müslümanların dayanışmasına verdiği önemden ve I. Dünya Savaşı sırasındaki Arap ihanetinden söz etti. Arapların Osmanlı’dan ayrılırken İngilizlerin ve Fransızların “eteklerine sarıldıklarını”, fakat I. Dünya Savaşı sonrasında Irak’ta ve Suriye’de İngilizlerin ve Fransızların, Arapları aşağılayan yönetim biçimini gördükten sonra, “pek büyük bir hataya düştüklerini takdir ettiklerini” ve bir şekilde yeniden “Osmanlı camiası içinde bulunmak istediklerini” belirtti. Özellikle Suriye’deki Müslümanların bu amaçla gelip kendileriyle temas kurduklarını anlattı. O zor koşullarda, Türkiye-Suriye dayanışmasını artırmak için olsa gerek, Türkiye’nin ve Suriye’nin bağımsız olmaları halinde, “federatif veya konfederatif bir birleşmenin mümkün olabileceğini” söyledi. Ancak konuşmasının devamında, Suriye’nin Fransızları kovup bağımsız olma konusunda samimi olmadığını da belirtti.
ORTAK DÜŞMANA KARŞI BİRLEŞMEK
Atatürk’ün bu konuşmasından üç ay kadar sonra, 26 Temmuz 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Türkiye, Irak ve Suriye’nin İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı ortak bir cephe oluşturmaları gerektiğini belirten şöyle bir yazı yayımlandı:
“Türklerle Araplar, pek kuvvetli menfaatler zinciriyle birbirine bağlanmış din kardeşleridir. Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk’ün de Arap’ın da, Irak’ın da, Anadolu’nun da, Suriye’nin de düşmanlarıdır. Irak’ta İngilizler, bütün zulümleriyle Irak Araplarını ezmeye çalışıyor. Aynı zalim, Anadolu hakkında da aynı siyaseti takip ediyor. Fransızlar ise Suriye’de aynı siyasetin takibi için uğraşıyorlar. Şu hâlde, Anadolu’nun, Irak’ın, Suriye’nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir. Biz pekiyi biliyoruz ki, Adana’dan düşmanın uzaklaştırılması ve bir daha oraya basmaması Suriye’nin yardımıyla mümkün olduğu gibi, Suriyeliler de takdir ediyorlar ki, Beyrut ve Şam’ın en sağlam savunmaları Adana’dadır...”
5 Ağustos 1920 tarihli Pozantı Kongresi’nde de ise açıkça emperyalizme karşı bir “mazlum milletler cephesinden’ ’söz etti.
Bu yazı, 104 yıl önce kaleme alındı. Peki 104 yıl sonra bugün ne değişti?
104 yıl önce olduğu gibi bugün de “Emperyalist devletler, Türk’ün Arap’ın, İran, Irak’ın ve Suriye’nin düşmanı” değiller mi? Bugün de “Anadolu’nun, Irak, İran ve Suriye’nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı tarzda birleşmiş” değil midir? Bugün “Türkler’in,
İran, Irak, Suriye ve İsrail arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti” yapması gerekmiyor mu?
Lozan’da İsmet Paşa, Misak-ı Milli’nin Araplarla ilgili hükmünü hatırlatarak Osmanlı’dan ayrılan ülkelere dayatılan manda rejimini tanımadığını açıklamıştı. Kısacası Atatürk ve arkadaşları emperyalizme karşı hep Ortadoğu ülkelerinin yanında yer aldı. Maalesef, 104 yıl sonra bugün Türkiye’yi yönetenler, bu gerçeklerin farkına varamadılar. Bölge halklarının kardeşliğini ve masumiyetlerini emperyalist ülkelerin çıkarlarına ve saldırganlığına karşı ciddi bir tutum takınamadılar. Uyuşmazlığa taraf olarak bölgeyi karıştıran Amerikalıların ve yandaşlarının yıkıcı silahlarına halen ev sahipliği yapılmaktadır. Bölgemizi Avrupa, Rusya, Çin ve ABD hesaplaşmasının alanı olmaktan çıkaracak politikalar üretilememiştir. Oysa bölge ülkelerini kadim tarihine bakılarak bir araya getirecek tek ülke Türkiye’dir. Gelinen noktada bölge ülkelerinin en güvensiz, kaypak buldukları ülke de Türkiye’dir.
Rothschild Katar ve Hamas hmmm biraz daha açın çok şey anlatıor